13 Şubat 2010 Cumartesi

Canım Nereye İsterse Oraya:) (A. Kavağı gezisi)

Merhaba,




Biz tatlısu motorcusu olarak dağlara çıkamıyoruz malum... Eee motorda Şehir Motoru olunca (City Style) yıllardır gitmediğim Anadolu

Kavağına doğru bir gideyim dedim...

Havalar soğuk da olsa sıcak da farketmiyor. Her zaman deniz kıyısında oltalarıyla kısmetlerini arayanları görmek mümkün Istanbulda.

Bana ise hep çok uzak geliyor bu balıkçılık işi. Anımsıyorumda ilk deneyimim Ordu'nun Fatsa ilçesinde olmuştu. Rize'ye gidiyorduk

Fatsa'da babamın bir ahbabında konaklamıştık. Gece bıldırcın avına çıkmıştık lüks lambaları eşliğinde. Ertesi günde bizi misafir eden

evin nerdeyse benimle yaşıt oğluyla balığa gitmiştik. Attığım tüm oltalarda balıkları beslemiştim ben. Bir tane bile yakalayamadım:)

Ne zaman balık avlamaya çalışan birilerini görsem dolu olarak atılıp boş olarak çekilen o oltalar gelir aklıma.



Martılar... Neden bunca edebiyat içindedir acaba? İnsana çok yakın olmalarında mı? Yoksa İnsana yakın olan en büyük kuş olduklarından



mı? Kimbilir Belki de Deniz'in olduğu yerde olmalarından dır...





İlk mola. Beykoz'a yakın Murat Balıkçısında. Yanda tezgahlar var. Kocaman bir mangal. İster çiğ al ister otur ye. Gördüğünüz üzere



tabak, çatal, bıcak gibi şeyler yok. Her şet elle yeniyor:) Geçen gelişimde su, sabun ya da sabunlu mendil gibi şeylerde yoktu. Şimdi



el yıkamak için yer yapmışlar. Gerçi bu sefer bende tedarikliyim yanımda bol sabunlu-kolanyalı mendil var. (lüfer/salata/kola=11 ytl)





Yemekten sonra yola koyuluyorum tekrar. Kavağa gelmeden hemen önce bir sahil şeridi var çimenlik biraz. Yazın ana baba günü olur. 2.



mola yerim. Karadeniz'e yaklaştık ya soğuyor resmen hava.

Karşıda Rumeli Kavağı..



Ve anadolu Kavağı. Gitmeyi düşündüğüm Yoros kalesi görünüyor...



Misinalar dolaşmış... Ah birde rüzgar isimlerini bilsem. Yazardım şimdi şiddetli bir lodos vardı o yüzden bu kargaşa. Oysa isimlerini



biliyorum sadece yıldız karayel, poyraz, lodos gibi.



Benim balıkçılık konusundaki şansızlığım bulaşıcı sanırım. Karışan misinalardan sonra bu amcanın bu kareden sonraki atışında kurşun



uçup gidiyor. Diğer balıkçılardan ek için misina alıp ek yapıp yeni kurşun takıyor. Hemen yanındaki adam ise ben izlemeye başladığım



andan itibaren 3-4 atışı boşa yapıyor. Var canım bende bir şey...



Bu gün balık yok. Ta kuleliden beri geliyorum. Kıraça buldum biraz burada. Yemesi lezzetlidir gerçi bunlarında. Hiç ayıklamaya bile



gerek yok... Bir gün gene balıktayım böyle. Bir attım 15 iğnede 15 balık. Turist bir hanım yaklaştı fotoğrafımı çekti. Adresimi falan



aldı. Derken 2-3 ay sonra fotoğrafları bastırıp yollamış bana da... Gülüyor...



Rastgele...



Yoros kalesine giderken sağda kır kahvesi tadında bir yer vardı salaş. Hala duruyor 3. Mola burada. Ve manzarası..



Sandalyeler yenilenmiş. Eskiden ahşap bacakları çapraz telle birleştirilmiş çocukluğumun sandalyeleri vardı. Onların üzerinde tüneyip,



içine beyaz leblebi atılmış camlıca gazozumdan yudumlayarak az film izlememiştim Feriköydeki Arzu sinamasında. Modernleşiyoruz.

İşletmeci "Gene değiştireceğim bakalım diyor. Düzenliyoruz işte elimizden geldiğince..."





Çay burada böyle geliyor:)



Bahçesinden...



Güzeller...



Ve Yoros Kalesi... İşte benim şehir cocuğu ve karadeniz:)



Kaleden görünümler...













Kılavuz kaptan salimen ulşatırmış gemiyi Karadenize; dönüyor...



Kalenin sağlam kalan en yüksek yeri. Üniversiteyken ilk kez geldiğimde buraya çıkmıştım bu kulenin tepesine. Görülmeye değer bir manzarası vardı hala aklımdadır. Ama bu yaşta ve üzerimdeki giyimle cesaret edemiyorum çıkmaya. Belki başka bir zaman..



Eski ve yeni...







Biraz sigara tüttürüp manzaranın tadını çıkardıktan sonra ver elini kanlıca diyorum...





Trabzon Maçkadan. İki kilo buğday veriyorlar güvercinlere. Bu da bir hastalık işte diyor... Bilmez miyim. Kırıkhanda bende yeltenmiştim bir ara. Alırken adam kanat uçlarında azıcık keseceksin demişti... Kanat tüylerinin yarısını kesmiştim:( ne bileyim çocuk aklı işte... Polis haftanız kutlu olsun deyip ayrılıyorum. Babamı da aramalı bu arada...



Kanlıca da banklara oturup 2. çayımı da içtikten sonra oğlumu kurstan almaya daha nerdeyse 2 saat var deyip Çengelköye gidiyorum.





Beni de çek...









İşte böyle... Dağlara tepelere vuramiyoruz kendimizi böyle şehir içlerinde avunuyoruz ne yapalım...

Hiç yorum yok: